|
|
Gökyüzü maviden griye dönene kadar kâh ağaçlarla konuşa konuşa, kâh dans ederek ilerlediler. Bölgenin üzümlerinden yapılmış şarapların sonu gelmiyordu. Lydia'nın dağlarında yorgun düşen yassı burunlu, koca göbekli, çirkin ve yaşlı Silenos, işte yine körkütük sarhoştu. Bir ağacın altına kıvrılıp sızdığında arkadaşları gözden kaybolmuştu bile. Silenos, sıradan biri değildi; şarap ve dansla özdeşleşen Dionysos alaylarının simgesiydi, Dionysos tanrıyı yetiştirdiği söylenirdi ve en önemlisi akıllı, bilge bir satyr'di. Yani bedeninin üstü insan, altı teke olan bir doğa cini... Onu bulan köylüler sıkıca bağlayıp Kral Midas'a götürdüler. Midas onu görür görmez tanıdı, on gün on gece sarayında ağırladı, yedirdi, içirdi. Sonra da tanrının huzuruna getirdi. Midas'ın Silenos'u himaye etmesine çok sevinen Dionysos, "Dile benden ne dilersen" dedi krala. Frigya Kralı bir an düşündükten sonra "Her dokunduğum altın olsun" dedi. Pişman olunca da Dionysos tanrının karşısına çıktı, yalvardı, yakardı. Tanrı ona "Sardes'e git" dedi, "Paktolos (Sart) Çayı'nın kaynağına çık ve burada ellerinle başını yıka." Tanrının dediğini yaptı ve bütün efsunundan sıyrıldı. O gün bugündür Paktolos'un, yani Sart Çayı'nın alüvyonları altın pulları sürüklüyor... Günümüzde Maden Tetkik Arama Enstitüsü'nün yaptığı araştırmalar, Paktolos'un alüvyonlarındaki altını doğruluyor. İzmir ya da Afyon'dan geldiğinizde, anayolun üzerinde karşınıza çıkan Sardes kenti, efsanenin gerçeğe dönüştüğü yerlerden... Lydia Krallığı'nın başkenti, tarihte ilk parayı çayın kenarındaki altın işleme atölyelerinde basmış, altınla gümüş karışımı bakla formundaki bir diğer para birimi "elektron"u yaratmış. Sardes, özel bir yer... Lydia Krallığı demek, aynı zamanda Sardes demek. Beş sülale hüküm sürüyor bu krallıkta ve yükseliş MÖ 7. yüzyılın sonunda Kral Gyges ile başlıyor. Lydialıların en ünlü kralı Kroisos. Bu son kral cömertliğiyle ünlü, "Karun gibi zengin" deyimi ona atfen ortaya çıkmış. Dünya tarihinde altın ve gümüş gibi iki ayrı madenden para basan ilk kişi o... Dillere destan serveti de vergiler, ticaret gelirleri ve tabii ki altın madenlerinden kaynaklanıyor. MÖ 547 yılında Pers tehlikesiyle sarsılan Ön Asya ve Yunan dünyası, Sardes'in de teslim olmasıyla dehşete düşüyor. Ve ardından Büyük İskender dönemi... MÖ 334'te Anadolu'nun pek çok yerinde olduğu gibi burada da Pers egemenliğine son veriyor. Önce Seleukoslar sülalesi, sonra Bergama Krallığı (MÖ 180-133 yılları arası) ve Roma İmparatorluğu dönemi yaşanıyor. Sardes'e girerken ilk anda yolun hemen kenarındaki heybetli sinagog göze çarpıyor. MS 3. yüzyıla ait, yeri mozaiklerle kaplı dünyanın bu en büyük sinagogunun üç yüz metre doğusunda Kitabı Mukaddes'in Vahiy kitabında adı geçen yedi kiliseden biri bulunuyor. Duvarlar da dahil tüm yapı mermer plakalarla kaplıymış bir zamanlar. Sinagogun arkasındaki gymnasion'a geçiş mermer bir avluyla... Hemen yakınındaki hamam kalıntılarından en sağlam olanı, sıcak su havuzunun olduğu "caldarium" bölümü. Kentin anayolu sinagog ile gymnasion'un güney kenarında uzanıyor. MS 4. yüzyıla tarihlenen anayol da bir zamanlar büyük mermer levhalarla kaplıymış. Kazılarda, Bizans dönemine ait otuza yakın dükkân ortaya çıkarıldı burada. Yolun hemen karşısındaki Lydia uygarlığının izlerini taşıyan yapı, bir rahibin evi. Şimdi biraz daha gerilere gidelim. Ana tanrıça Kibele ve devamı olarak Artemis'e tapan Sardesliler, tanrıçaları için bir tapınak ve sunak inşa ettirmişler. Burası İskender'den sonrasına ait bir yer. Ve Roma döneminde de sürekli yenilenerek kullanılmış. Tapınak ve sunak, geleneğin aksine Efes ve Menderes Magnesia'sındaki tapınaklarda olduğu gibi batıya dönük. Ki bu daha eski bir Anadolu dinsel kültü. Altının içindeki yabancı alaşımların eritme yöntemiyle ayıklandığı rafineri alanının ortasındaki Kibele'ye adanmış sunak da, belli ki altın işçilerini korumak amacıyla yapılmış. Yapılan kazılar mücevher dükkânlarının da altın atölyelerine yakın olduğunu gösteriyor. Ve Sardesliler... Herodotos, Sardeslilerin ticaret erbabı olduğunu yazarken bu alanda yenilikler getirdiklerinden söz ediyor. Aynı zamanda güzel kokulara o kadar düşkünlermiş ki parfümlü kremler icat edip tüm Ege kıyılarına dağıtmışlar. Parfümler lydion denilen küçük vazocuklar içine konuluyormuş. Yolunuz Sardes'e düştüğünde altının ihtişamını ve nelere kadir olduğunu hayal ederken Sardeslileri gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Akşam yemeği için kırmızılar giyip, fildişi ayaklı ve mor döşemeli yataklarına büyük bir zarafetle uzandıklarını... Toplantıya giderken mor elbiseler giyip, pek övündükleri uzun saçlarının her zerresine parfümlü kremlerini sürdüklerini... Saçlarına binbir biçimli minik altın süs eşyaları taktıklarını... Zarlarla, aşık kemiğiyle oynanan oyunların her türlüsüne düşkün olduklarını... Vahşi denebilecek, tiz seslerin ağırlıklı olduğu müziklere meraklı olduklarını... Edebi eserlerden çok heykeltıraşlık ve mimariye önem verdiklerini... O zaman ayağınızda sandaletlerle onların hayalleri arasına karışıp, tiyatroda oyun öncesi curcunayı da hissedersiniz belki... |
Kaynak: |
Hotel | Türkiye | Kapadokya | Turlar | Fotoğraflar | Misafir Defteri | Rezervasyon | Home |