Muz
İlkokul günlerimde Yerli Malı Haftaları
olurdu. Hani o “Yerli malı Türk’ün malı, herkes onu kullanmalı” sloganının
hakim olduğu yıllar. O günlerin bu basit, sade kutlaması bana çok güzel
görünürdü. Ortalığı panayır havası kaplardı. Herkes evinden meyve, kuruyemiş,
kurabiye, kek vs. yiyecekler getirir ve bunlar bir masada toplanırdı. Böylece öğle
yemeği ziyafete dönüşürdü. Masanın
şeref konuğu ise muzdu. Fakat yerli muz, çikita değil. Belki çikita muz kadar büyük
ve gösterişli değildi. Buna karşılık lezzeti, kokusuyla bambaşkaydı ve tadına
doyum olmuyordu. Antalya’nın
Gazipaşa İlçesi Koru Mahallesi’nde muz bahçelerini dolaşırken bu eski günleri
hatırlıyorum. Burada bahçeler genelde deniz kıyısında, tepelerin yamaçları
teraslanarak kurulmuş. Sulama zor şartlarda yapılıyor. Dereden borularla getirilen su
sırayla bahçelere veriliyor. Gelen su, ağaçların köklerinin üstünden geçen
delikli borulara aktarılıyor. Bu şekilde israfın önüne geçilmeye çalışılıyor.
Su borularla getirilemiyorsa tankerlerle taşınıyor veya kuyular açılıyor.
Bahçe
sahiplerine muz üretimini nasıl yapıldığını, tüketiciye ulaşana kadar hangi
aşamalardan geçtiğini soruyorum. Önce muzun tarifiyle başlıyorlar. “Muzların
gerçek gövdeleri toprak altında soğan biçiminde bulunur ve bundan çıkan
sürgünlerle çoğalıp yaprak verirler. Yaprakların iç içe geçmiş olan kınları
odunsu olmayan ‘yalancı gövdeyi’ oluşturur.
25-30
yaprak çıktıktan sonra, çiçek tomurcuğu gelişerek çiçek topluluğunu oluşturur.
Yalancı gövdenin ortasından çıkarak yaprak demetinin arasından havaya yükselen
çiçek sapı bu çiçek topluluğunu taşır.”Buna halk arasında “dal vermek” veya
“muzun doğurması” deniyor. Bununla ilgili komik bir anı da dinledim. Gecenin
karanlığında muz bahçesinin yanından geçen biri, bahçede kimse olmadığı halde
tuhaf çatırtılar duymuş.
Bu
seslere bir anlam veremeyerek korkup hemen ordan kaçmış. Muzlar dal verme zamanında
gövdelerinde oluşan yırtılmalarla böyle sesler oluşturuyorlar. Çiçek topluluğu
dışarı çıktıktan sonra ise yere doğru eğiliyor. Meyveler yukarıya doğru dikilip
muz hevengini oluşturuyor. Muz hevengi çıkışından üç ay sonra kesilecek olgunluğa
ulaşıyor. Hevenk kesildikten sonra o gövde bir daha muz vermiyor. Soğanın çevresinde
oluşan sürgünlerden biri, büyümek ve ürün vermek üzere alıkonuyor.
Muz
genellikle yeşilken toplanıyor. Sarartmak için soğuk hava depolarına götürülüyor.
Olgunlaşmanın başlamasını geciktirmek için 12,5°C’nin altına düşmeden
havalandırılan ortamlarda saklanıyor. Geciktirme üç hafta, hatta bir aya kadar
uzatılabiliyor. Olgunlaşmanın başlaması isteniyorsa sıcaklık 16°C’ye
yükseltilip gelişmenin homojen olması için etilen püskürtülüyor.
Karpit
yöntemi ise sadece yalıtımı olmayan depolarda kullanılmakta. Ancak, bu tür sarartma
artık pek yapılmıyor. Ülkemizde
muzun geçmişine bakacak olursak 19. yüzyılın sonlarına doğru “Cavendis tipi”nin
Antalya yöresinde yetiştirilmeye başlandığını görmekteyiz. O zamanlar muz kolay
ithal edilebildiği için bu tipin üretimi önceleri gelişmiyor. Muz üretiminde dikkate
değer gelişme 1950’lerde başlıyor. Özellikle Anamur, Gazipaşa ve Alanya’da 1984
yılına kadar devamlı yükselen üretim, ithalatın artması sonucu, bu tarihten sonra
gerilemeye başlıyor. Bugün, bölge üretimi ithalat ile rekabet etmeye çalışıyor. Gazipaşa’nın
gezdiğim köylerinden biri de Güney köyü. Burada tarih, doğal güzellikler ve muz
bahçeleri bir arada. Anamur’a doğru giderken sağda Antiochia Erderogum tabelasını
görünce sapacaksınız. Tepeyi tırmanıp yamaca indiğinizde müthiş manzarayla
karşılaşıyorsunuz.
Önde muz bahçeleri ile yüksek bir tepeye
kurulmuş bir kale ve karşısında anıt mezarların olduğu büyük bir kaya kütlesi...
Aşağıda ise kumsalı olan küçük, temiz bir koy... Güney
köyünün ardından yola devam ederek Yakacık’ı, eski adıyla Kaladran’ı ziyaret
ediyorum. Buraya kadar muz bahçeleri genelde eğimli yamaçlarda kurulu. Yakacık’da
ise düzlüğe yayılmış. Adeta bir muz denizi...
Köyü ikiye bölen çayın bir tarafı İçel, diğer tarafı Antalya. Bahçelerin
ortasından geçen çay, diğer yerlere nazaran sulamada çok büyük kolaylıklar
sağlıyor. Köylüler en büyük tehlikenin don olduğunu söylüyorlar. Çünkü
sıcaklık 0 °C’nin altına düştüğü zaman muzun işi bitiyor. Nitekim, 1992
yılında dondan önce 800 dönüm arazi muzla kaplıyken, şu sıralar üretim yapılan
alan 200 dönüm civarındaymış. Sırada
muz konusunda en tanınmış yöremiz var: Anamur. Yöredeki yüksek ölçekli üretimin
başlıca nedeni, seralar. Seralarda kaplama malzemesi olarak naylonun kullanılmasıyla
maliyetler düştüğünden daha da yaygınlaşmış. Don olsa dahi sobaların
yakılmasıyla zarar görmeden atlatılabiliyor. Yapraklar ve hevenk, rüzgar ve dolu gibi
olumsuz iklim koşullarından etkilenmiyor. Bütün bu olumlu şartlar birleşince verim
iki kat artıyor. Eylül
ve Ekim aylarında az miktarda başlayan hasat, Kasım ile Şubat ayları arasında
yoğunlaşıyor. Bu aylar, Anamur muzunun manav vitrinlerinde en çok boy gösterdiği
dönem. Artık bize de kış aylarının bu lezzetli enerji kaynağını afiyetle yemek
düşüyor.
- Kaynak:
Skylife 02/2000
Garo Miloşyan, fotoğraf sanatçısı
|