|
Bir
deniz şehri olan İstanbul birbirinden güzel balıklara ev sahipliği yapıyor. Ancak
bunların arasında bir tanesinin yeri ayrı: Lüfer. Öyle ki Boğaziçi kültüründe
kendine özgü bir yeri var. Hep yolu gözlenmiş, adı Divan Edebiyatı’na girmiş,
sultanlar onun hatırına özel sandallar yaptırmış, Boğaz sakinleri uğruna gümüş
zokalar dökmüş, Boğaz’ın sultanı diye tanımlanmış... İstanbul’un
efsanelerinden biri haline gelmiş. Hiçbir yerde de Boğaziçi’ndeki kadar güzel olmamış.
Anlaşılmış ki onun sırrı Boğaz’ın serin sularında gizli. |
O
yüzden İstanbul ve balık dendiğinde akla gelen ilk isim olmuş. Yolculuğu güney
denizlerinden başlıyor. İlkbahar aylarının gelmesiyle birlikte harekete geçen
sürüler, Ege Denizi’nden Marmara’ya geçip Karadeniz’e varır. Yaz aylarında
iyice beslenir ve bulundukları serin sularda yağlanırlar. Eylülün gelmesiyle dönüşe
geçip uzun bir süre Boğaz’da kalırlar. Bu dönemde hem avlanır hem de av verirler.
Hayatta kalanlar ise geldikleri yolu takip ederek, Ege ve Akdeniz’e ulaşır.Lüfer
denizlerin en vahşi balıklarından biri. Son derece keskin dişlere sahip. Önüne çıkan
her balığa hatta hemcinslerine bile saldırıyor. |
|
|
Halk
arasında en küçük boyundan en büyüğüne kadar olan evrelerine çeşitli adlar
takılmış: Defne yaprağı, çinakop, kabaçinakop, sarıkanat, kabalüfer, kofana hep
ona yakıştırılan adlardan.. Çok değil, otuz-kırk yıl önceki Boğaz
kıyıları, yalılar ve onların lüfer avına meraklı sakinleriyle donanmıştı. Büyük
bir şölendi onlar için lüfer avı. Eylülde balıkçıların dilinde “katavaşya”
denilen lüfer akınının başlamasıyla tek hedef ilk lüferi yakalamak olurdu meraklıları
için. Amatör balıkçılar Kavaklar, Kandilli, Kanlıca, Ortaköy, Çengelköy,
Beylerbeyi, Sarıyer, İstinye gibi verimli av yerlerini mesken tutar ve hep beraber
oltalarını denize salarlardı. |
Aralarındaki
Anadolu-Rumeli yakası rekabeti en büyük neşe kaynağıydı. Tüm bunları yaşayanlar
ve yaşatanlar amatör balıkçılardı. Para kazanmak için değil, merak ve
keyiflerinden denize açılırlar, kıyıdan olta sallarlardı. Aralarında öğretmenler,
gazeteciler, yazarlar, ressamlar vardı. Boğaziçi’nin iki kıyısında yaşarlar ve
birbirlerini tanırlardı. Tutulan balıklar bütün mahalleye dağıtılır, akşamları
deniz kıyısında kurulan sofralarda dostlara lüfer ziyafetleri verilirdi. İstanbul’da
balık hatta Boğaz kültürü onlar sayesinde oluştu.Ali Pasinler’in yazdığı “Balık
ve Olta” adlı kitapta, Kandillili Muammer Asaf Bey bakın neler anlatıyor: “O eski
balıkçılık âlemleri ne kadar kutsaldı... |
|
|