Soframızda,
her öğünde yer alan, olmazsa olmaz bir tek yiyecek vardır ki, o da çok yakından
tanıyıp bildiğimiz ve tadından asla vazgeçemediğimiz ekmeğimizdir. Kimimiz
fırından yeni çıkmış buharı üzerinde çıtır çıtır severiz; kimimizin midesi
hassastır, ağızda dağılanını tercih ederiz. Kimimiz pamuk gibi yumuşacık içine,
kimimiz kıtır kıtır kabuğuna vurgunuzdur. Kısacası soframızdan ekmeği eksik
etmeyiz. Onun güzel tadı dilimize öylesine yer etmiştir ki, atasözlerinde,
benzetmelerde, günlük yaşamda bir an bile bırakmaz peşimizi. Ekmek üzerine yemin
ederiz. Direnmek, zorluklarla mücadele, hem ekmek içindir, hem de bu mücadeleyi
sürdürebilmek için gerekli gücü ekmekten alırız. Alnımızın teriyle “ekmek
parası” kazanırız ama “ekmek arslanın ağzındadır”. Kısacası ülkemizde,
geleneğin, inancın, emeğin, hayat veren, güç veren bir yiyeceğin adıdır ekmek. Bu
güzel ve değerli besin yalnız ülkemizde değil dünyanın dört bir yanında da en
çok üretilen ve tüketilen temel besin kaynağıdır. Yapılış biçimleri, türleri,
kullanılan malzemeler, ülkelerin coğrafi ve kültürel yapısına göre farklılıklar
arzeder. Ortadoğu, Asya ve Afrika’nın birçok bölgesinde hâlâ, geçmişi oldukça
eskilere dayanan mayalanmış yassı ekmek kullanılır. Aynı şekilde Hindistan’da
Hint darısı, Orta ve Güney Amerika’da “Tortilla” denilen yassı, küçük
ekmekler üretilir. Brezilya’da manyoktan yapılan küçük ekmekler sofralara lezzet
katar. Uzakdoğu ülkeleri geleneksel yiyecekleri pirinçten vazgeçemeseler bile, ekmek
onların yaşamında da pirinçle birlikte yerini korumaktadır. Almanya, Rusya ve Kuzey
Avrupa’da çavdardan kara ekmek tüketilir. Tahıl ürünlerinin büyük miktarlarda
üretildiği tüm diğer ülkeler gibi Türkiye’de de, ekmek tüketimi çok yüksek
miktarlardadır. Ülkemizde yıllık tahıl tüketimi kişi başına 230 kg iken, bu
Almanya’da 74 kg’a ancak ulaşır.Ekmek, başta buğday, mısır, arpa, çavdar, soya,
darı gibi tahıllar olmak üzere çok çeşitli bitkiden elde edilen unun, suyla
yoğurularak hamur haline dönüştürülmesiyle mayalanıp, ateşte pişirilmesiyle elde
edilir. 100 gramında %35 su, %53 nişasta, %8 protein, %1.4 yağ bulunan ekmeğin
kalorisi 240’dır. B, B2, niyasin ve demir içeren bu değerli besinimizin ülkemizdeki
yaygın üretim biçimine bir göz atalım.İçine öğütülmüş buğday unu koyulan
tekneye su ve maya karıştırılarak hepsi iyice yoğurulur. Malzemenin tam olarak
birbirine karışması için bu işlem 15 dakika kadar sürer. Hamur yaklaşık 4 saat
kabarması için beklemeye bırakılır. Mayalanma sırasında ortaya çıkan
karbondioksit gazıyla hacmi büyüyen hamur parçası birer ekmeklik eşit parçalara
ayrılır. Şekil verilen hamur, ikinci mayalanma için pasa bezinin ya da tavanın
üzerinde 1 saat bekletilir. Son işlem ekmeğin yüzeyine atılacak bıçakla kıtır
kısmının şekillendirilmesidir. Miktarına ve biçimine göre 230-280 derecede, 15 ile
50 dakika arası fırına sürülen ekmek, suyunun tamamını kaybedip, kabarıp, kabuk
kısmı oluşunca fırından çıkarak soframıza yolculuğu için bizi bekler. Klasik
yoğurma yöntemi denilen bu yöntemle ekmek daha leziz ve doğal olmaktadır. Ekmeğin
geçmişi insanın geçmişiyle paraleldir. İlk çağlarda, soğuk iklimin hüküm
sürdüğü topraklarda ete dayalı besinler elde edilmesi amacıyla avcılık
yapılırdı. Avrupa ile Asya’nın güney bölgelerinde ise, avcılık yapılmakla
birlikte, sıcak iklimin etkisiyle etlerin uzun süre korunamaması, bu bereketli
topraklarda tarımın gelişmesine sebep oldu. Buralarda ürünler genelde tahıla
dayalıydı. Tahıla dayalı ürünleri tüketmeye başlayan insanların yaşadığı ilk
bölgelerden biri de Anadolu’dur. Anadolu’da yaşamış Asur, Hitit ve Sümer
medeniyetlerinden kalan tarihi eserlerde, tarımla uğraşan insan figürlerine
rastlanmaktadır. Ekmeğin ilk kez 12 bin yıl önce yapıldığı ve kabaca ezilen
tahılın suyla yoğurularak hamurun sıcak taşlar üzerinde sıcak külle pişirildiği
sonucuna varılıyor. İlk mayalı ekmek ise tesadüf sonucu kendi kendine mayalanmanın
ardından keşfediliyor.Türkiye’de ekmek için genellikle buğday kullanılır. Bununla
birlikte yörelere göre arpa, çavdar ve özellikle Karadeniz bölgesinde mısır da
kullanılmaktadır. Ülkemizde tüketilen ev ekmeğini “yufka”, “pide” ve
“somun” olarak üç tipe ayırabiliriz. Anadolu’da, özellikle göçebe köylülerin
kullandığı yufka, pişirildikten sonra iyice kurutulmakta; böylece uzun bir süre
muhafaza edilebilmesi mümkün olmaktadır. Bir oklava yardımıyla açılan yufka ters
yüz edilerek sac üzerinde pişirilir. Bir diğer ekmek türüyse pidedir. Fırında
pişirilen pide, yuvarlak veya oval formda yapılır. Üzerine susam, çörekotu,
serpilir. Yumurtada sürülebilir. Ramazan aylarının vazgeçilmez ekmeğidir. Son olarak
somun ekmeği gelmektedir. Kepeği bol undan imal edilen bu tür, daha ziyade ticarî
fırınlarda pişirilen yuvarlak ekmeklerdir. Somun, bugün çoğunlukla kentlerde ince
undan yapılmaktadır ve francala olarak da adlandırılır. Bu insanlık tarihi kadar
eski gıdayı üreten ekmekçilerin kökeninin, Hz. Adem’e, yani ilk insana kadar
dayandığı rivayet edilir. Evliya Çelebi gezi yazılarını topladığı ünlü eseri
Seyahatname’sinde, 17. yüzyılda İstanbul’da 999 fırın ve 10.000 ekmekçi
olduğundan sözediyor. Evliya Çelebi, ekmekçi esnafının, buğdayı Cebrail’in
emriyle un haline getiren Hz. Adem’i kendilerine pir kabul ettikleri, Hz. Muhammed
döneminde yaşamış olan Amr bin Umran’ı da ikinci pirleri olarak gördüklerini
anlatıyor.Osmanlı’da ekmek, fırınlarda, tezgahta, sokak araları ve semt
pazarlarında, binek arabaları ve küfelerde satılırdı. Sanayileşmeyle çabuk ve seri
üretim, geleneksel ekmek yapımını daha kolay hale getirse bile, kökeninin
insanlığın varoluşuna dek uzandığını, şu atasözümüz ne güzel de betimliyor:
“Ağacın kökü toprak, insanın kökü ekmektir.”
Skylife 06/2000
* Yazı Arif Can *Fotoğraflar Hakan Aydoğan
* Arif Can Güngör, gazeteci. |
|